Kaynak değerleri yönünden oldukça zengin çok sayıda vadi ve diğer doğal alanlara sahip olan Doğu Karadeniz Bölgesi'nde Çamlıhemşin-Fırtına Vadisi içerdiği kaynak değerleri açısından sadece ulusal değil uluslararası düzeyde önemli bir vadidir. Bu gerekçelerden hareketle alanın büyük bir bölümü (51 500 Ha) 1994 yılında uluslararası bir koruma statüsü olan 'milli park' olarak ilan edilmiştir.

Uyuşturucu Ticaretinden Tutuklandı Uyuşturucu Ticaretinden Tutuklandı

Çalışma sahasının bir bölümünün milli park olması, alanda uzun sürelerdir adı konulmamış bir yayla ve termal turizmin yapılmakta oluşu, öte yandan ormanlar üzerindeki baskının artarak sürmesi ve en önemlisi bölgeye yönelik turizm talebinin hızla yükselişinin getirdiği olumsuzluklar, çevre dengesi üzerindeki en önemli sorunlardır. Bunlara ek olarak yukarıdaki sorunların özellikle su kaynaklarının enerji amaçlı değerlendirilmesi için yapılması planlanan bazı önemli yatırımlarla birleşmesi durumu, alanın fiziksel yapısı ve biyolojik çeşitliliğinin ne denli büyük bir tehdit altında bulunduğunun çok açık göstergelerindendir. Bugüne kadar turizm bahanesiyle sürdürülebilir olmayan uygulamaların yoğun şekilde sürmesi, çalışmaya konu olan doğal ve kültürel değerlerin bozulma ya da azalmasında önemli bir etken olmuştur.
Bu gerekçelerden hareketle alandaki doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını sağlayacak doğru ve uygulanabilir planlamalara ihtiyaç vardır. Ancak bunun için öncelikle doğal kaynaklar ile bu kaynakları tehdit eden olumsuzlukların ve daha sonra da bu sorunlara yönelik çözümlerin ortaya konması gerekmektedir. Ancak tüm planların uygulanabilirliği yerel halkın ve yöneticilerin alanın kaynak değerleri ve korunmaları ile yeterli bilgiye sahip olmaları ile mümkün olacaktır.

Bu nedenle öncelikle alan kullanımında etkin rol oynayan tarafların ve ilgi gruplarının eğitimi/bilgilendirilmesi öncelikli çalışma nedenini oluşturmaktadır. Bu alana ait bir eğitim programının düzenlenmesindeki temel gerekçeler şöyle açıklanabilir:
 Alanın önemli bir bölümünün milli park olmasına rağmen bir doğal kaynak yönetim planı veya uzun devreli gelişim planı (master plan)'nın bulunmaması,
 İleride hazırlanacak kaynak yönetim planlarının, doğru değerlendirilmesi ve uygulanmasında eğitimin en geçerli alt yapı durumunda olması
 Deniz seviyesinden başlayarak 50 km gibi kısa sayılabilecek bir mesafede yaklaşık 4000 m yüksekliğe ulaşması ve bu yükseklikler arasında neredeyse bölgede bulunan tüm ekosistemleri ve canlıları barındırması, bunların bazı bölümlerinin bozulmamış, tipik, nadir ya da endemik olmaları,
 Alanın sahip olduğu kaynaklardan faydalanmaya yönelik yerel ya da ulusal ölçekli taleplerin oluşturduğu ciddi çevresel bozulma ve tehditlerin varlığı,
 Çok zengin bir yaylacılık kültürü ve folklor ile orijinal durumu bozulmamış çok sayıdaki yaylanın bulunması ve çeşitli değişim baskılarının artışı,
 Yörenin uzun sayılabilecek bir turizm geçmişinin olması ve özellikle yaz aylarında önemli bir nüfus yoğunluğuna sahne olması,
 Alan üzerinde birden fazla yönetim yapısının (statü) bulunması ve bu durumun oluşturduğu çok sayıda yönetsel ve çevresel sorunların varlığı,
 Alanın tüm doğal ve kültürel kaynaklarına yönelik bütünsel yaklaşımlı ve katılımlı bilimsel bir çalışmanın yapılmamış olması.


''NE YAPMALI?'' SORUSUNA VERİLECEK YANIT:

Turizm faaliyetlerinin doğal ve kültürel kaynaklar üzerindeki olumsuz etkileri ve bu etkilerin turizmin kendi geleceğini de tehlikeye attığının anlaşılmaya başlanması ile sürdürülebilirlik anlayışı turizme de yansıdı ve 'sürdürülebilir turizm' konusu gündeme geldi. Sürdürülebilir turizm ve eko-turizm tanımlarında, doğal ve kültürel kaynakların hem geleceği düşünülerek kullanılması, hem turizm sermayesinin, mevcut ziyaretçilerin ve yöre halkının amaçlarının maksimum düzeyde karşılanması öne çıkarılmaktadır. Kitle turizmi ile ilgili memnuniyetsizliklerin ortaya çıkması ve artmasıyla birlikte turizm faaliyetlerinin çevreye etkileri konusunda ilgi ve tartışmalar da artmış, bu durum arzu edilmeyen sonuçları ve bazen de imajları değiştirmeye yönelik acil ve sürekli çözüm arayışlarını ortaya çıkarmıştır.

1998'de Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi 2002 yılını 'Uluslararası Eko-turizm Yılı' olarak ilan etmiştir. 2001'den başlayarak, Mozambik, Brezilya, Avusturya, Seyrel Adaları, Cezayir, Ekvator, Maldiv Adaları, Fiji ve İsveç'te 'Eko-turizmin Yönetimi, Gelişimi ve Planlanması' konusunda çeşitli toplantılar düzenlenmiş ve nihayet 19–22 Mayıs 2002'de Kanada'da UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) önderliğinde 'Dünya Eko-turizm Zirvesi' toplanmıştır. Bu, eko-turizm konusunda yapılan ilk dünya zirvesidir. Zirvede eko-turizm, sürdürülebilir kalkınmanın bir parçası olarak ele alınmış ve az gelişmiş bölgelerdeki yoksullukla mücadelede bir çözüm olarak öne sürülmüştür. Bu tarihten sonra da Güney Afrika, Belize ve Ruanda gibi ülkelerde benzer toplantılar devam etmiştir. Ruanda'da yapılan 'Afrika'da Milli Park ve Korunan Alanlarda Ekoturizm Semineri', korunan alanlarla ilgili gerçekleştirilen ilk seminerdir.

Eko-turizmin kritik ve hassas yapısı, Rize-Çamlıhemşin Ayder Yaylası, Fırtına Vadisi ve Kaçkar Dağları Milli Parkının çevre ve doğa açısından Türkiye'nin en hassas bölgelerinden biri olması, yerel halkın gelir düzeyini artıracak sosyal etkinliklere ihtiyaç duymaktadır.

Eko-turizm alanında bütün paydaşların bilgilendirilmesi, sivil toplum ve kamu kurumları arasında iletişim ağı kurulması, sivil toplum ve kamu sektörünün sürekli fikir alışverişinde bulunabileceği kurumsal danışma mekanizmalarının kurulması ve sivil toplumun karar sürecine katılımı kritik önem taşımaktadır.

Editör: Haber Merkezi