Yakın zamanda Irak'ın 'Şiîler, Sünnîler ve Kürdler arasında bölünmesi' diye bir tabir çıktı. Halbuki Şiîlik ve Sünnîlik bir ırk değil; mezheptir. Irak'taki Kürdlerin hepsi; Arapların da bir kısmı Sünnîdir. Esasına bakarsanız, burada Sünnî tabiri, umumiyetle Saddam'a bağlı Baasçı Arapları ifade ediyor. Bunların ne kadar Müslüman olduğu bile söz götürür. Ama bunu kim nereden bilsin; olup bitenler kulaklara 'Sünnîlerin tedhiş faaliyetleri' olarak nakşediliyor. El-Kaide, Taliban derken, şimdi de IŞİD sebebiyle yine benzer bir yanılgı ortaya çıktı. Batı ajansları bunları Sünnî teröristler olarak vasıflandırmaktadır.
Hazret-i Peygamber'in, 'Ümmetim 73 fırkaya ayrılır; bunlardan benim ve eshabımın yolunda olanlar kurtulur' sözü çerçevesinde bu fırkaya Ehl-i Sünnet ve Cemaat (Peygamber ve onun cemaatinin yolu); mensuplarına da Sünnî denilmiş; diğer fırkalar Ehl-i Bid'at olarak adlandırılmıştır. Bid'at, sonradan ortaya çıkan demektir. Hazret-i Ali ile Hazret-i Muaviye arasındaki siyasî ihtilafta, ikisinin anlaşmasına karşı çıkan Hazret-i Ali taraftarı bir gruba Haricî dendi. Bunlar, ayet ve hadîslere zahirî manasını vererek, marjinal bir duruş benimsemişler; inançları uğruna amansız bir terör hareketine girişerek Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve Amr bin As hazretleri başta olmak üzere kendileri gibi düşünmeyenlere suikastlar tertiplemişlerdir.
Hazret-i Ali ve Hazret-i Muaviye'nin yanındakiler, Sünnî inancında sebat etmiştir. Zamanla Haricîler sindirilmiş; ancak Hazret-i Ali taraftarlarından bazı aşırılar, ayrı bir inanç yolu tutmuştur. Buna taraftar manasına Şia ; mensuplarına da Şiî denmiştir. Şia, kendi arasında çok fırkalara ayrılmıştır. Abbasîler zamanında, aklı naklin önünde tutan ve aralarında birkaç halifenin de yer aldığı bir cereyan doğmuş; buna Mutezile denmiştir. Mutezile taraftarları, kendi inançlarını benimsemeyenlere zulmetmiş; Kur'an'a mahlûk demediği için, büyük alim Ahmed bin Hanbel hazretlerinin ölümüne sebep olmuşlardır.
Başta İmam Ebu Hanife olmak üzere büyük alimler, halkı şuurlandırmak maksadıyla Ehl-i Sünnet'in prensiplerini kitaba geçirmişler; bid'at fırkalarıyla da ilmî münazaralarda bulunarak Ehl-i Sünnet inancını güçlendirmişlerdir. Böylece kelam ilmi doğmuştur. Dünya Müslümanlarının büyük ekseriyeti Sünnî inancına mensuptur. Sünnîlerin de, Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî adıyla mezheblere ayrılması, inançta değil; amelde olduğu için, dinen makbul görülmüştür. Tarih içinde ortaya çıkan bid'at fırkalarından çoğu kaybolmuş; yalnızca Şiîlik ve Haricîlik varlığını bugüne dek sürdürmüştür.
Son zamanlarda Haricîlik ile, Allah'ın cisim ve insana benzer olduğu inancını benimseyen Mücessime/Müşebbihe fırkasının bir karışımı olarak Vehhabîlik ortaya çıkmıştır. Şu kadar ki İslam'ı ilk yıllardaki saflığına döndürme iddiasında oldukları için kendilerine Selefî diyen Vehhabîler, kendilerini Sünnî olarak lanse eder; tasavvufu meşru gören herkesi şirke veya bid'ata nisbet ederler. Batı dünyası da Vehhabîliği, Sünnî inanç dairesi içinde kabul etme yanılgısına düşmüştür. Bu şaşırtıcı hal, el-Kaide, Taliban ve şimdi de IŞİD vesilesiyle devam etmekte; Sünnî dünyasında bile, bu farkı fark edemeyenlere rastlanmaktadır.
Kur'an-ı kerim, hükmü üzerinde ilk devir alimlerinin icma (ittifak) ettiği meselelerde, farklı bir yol tutanları, azapla tehdit eder (Nisa: 115). Ehl-i Sünnet, bu icmanın içinde kalanlardır. Bu inancın esasları kısaca şöyledir: Sahabîlerin hepsi adildir. Hazret-i Ebû Bekr, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali'nin halifelikleri sırasıyla sahihtir. Allah, cisim değildir; beşere benzemez. Cennette müminler Allah'ı bilinmeyen bir şekilde göreceklerdir. Mi'rac, Mehdî'nin çıkışı, Mesîh'in inişi, kabir azabı, şefaat, keramet haktır. İman, artmaz ve eksilmez. İmanda şüphe olmaz. İnsan, fiillerinde serbesttir. Amel, imandan parça değildir; büyük günah işleyen, kafir olmaz. Ehl-i kıble, yani kıbleye dönüp namaz kılan bid'at fırkaları, küfre nispet edilmez. Zalim ve fasık da olsa hükümete isyan edilmez. Hali meçhul olan imama hüsnü zan edilir. Mest üzerine mesh vermek haktır.
Görülüyor ki, Ehl-i Sünnet olmak için, mesela hükümete isyanın hak olduğu itikadına sahip bulunmamak gerekir. Şu halde, herhangi bir sebeple, isyanı, hatta insanları öldürmeyi dinen meşru görenlerin, Sünnî olarak vasıflandırılması tarihî bir yanılgı sayılır. (Prof. Dr. Tarik Buğra Ekinci)